

"Adil Bir Müsabaka mı, Yoksa Oyun Kurallarının İhlali mi? Futbol Metaforuyla Türkiye Siyaseti"
Sahada Hakem de Oynuyorsa, O Maç Bitmez
Bugünkü siyasi tabloyu bir futbol müsabakasına benzetiyorum.
İki takım sahaya eşit sayıda oyuncuyla çıkıyor.
Ama sahada bir gariplik var…
Maçı yöneten hakem, aynı zamanda bir takımın genel başkanı!
Yan hakemlere bakıyoruz; biri Adalet Bakanı, diğeri İçişleri Bakanı.
Yani oyunun kurallarını uygulaması gerekenler, aslında oyunun içindeler.
Böyle bir maçtan adil bir sonuç çıkar mı?
Rakip takım iyi oynamaya başlayınca, hakem hemen devreye giriyor.
Bir, iki kırmızı kart!
Takım dokuz kişi kalıyor.
Ama hâlâ direniyorlar.
Hakem bu kez tereddüt ediyor:
“Üçüncü kırmızıyı da gösterirsem maç ertelenir.”
Sonra bir fikir:
“Kuralları değiştirelim! Artık dört kırmızıda maç ertelensin.”
Yani kural, skora göre şekil alıyor.
İşte bizim siyaset sahamız tam da böyle.
Kurallar değişiyor, oyuncular değişmiyor.
Hakem, hem oyunu yönetiyor hem de oyuna dâhil oluyor.
Sahada adalet kalmıyor, güven kalmıyor.
Madem bu kadar ablukaya alınmış bir partiyiz…
O zaman önce kendi içimizde bir temizlenme şart.
Arınmak, farklı fikirlere tahammül etmek, birbirimizi dinlemek…
“Yoldaşlık hukuku” dediğimiz şey, sadece aynı sloganı atmak değil;
Birbirini eleştirirken bile saygıyı korumaktır.
Ama biz ne yaptık?
Yoldaşlıkla başlayıp, kinle bitirenlerden olduk.
İşine gelince arayan, işi bitince kaybolanlardan…
Güveni oyuncak gibi kıranlardan, dostluğu menfaatle ölçenlerden…
“Ben asla yapmam” deyip ilk fırsatta yapanlardan.
Kibirle özür dileyenlerden.
Kendi çıkarını, ülke çıkarının önüne koyanlardan.
Cumhuriyet Halk Partisi, adını taşıdığı değerlerin ağırlığını yeniden hatırlamalı.
Arınmadan, yenilenmeden, iç hesaplaşmadan bu yol yürümez.
Unutmayalım:
Azdan az, çoktan çok gider.
Sıradan insanlar, küçük bir anahtarı olanın tüm kilitlerin sahibi olduğunu sanır.
Ama siyasette “SGK” yoktur.
Emeklilik yoktur.
Sadece tarihin terazisi vardır.
Bir yoldaşı susturan, bir davayı gayrimeşru kılar.
Bir partiyi susturan, halkın sesini de kısmış olur.
Mevcut otoritenin sessiz darbeleri sadece iktidardan gelmez;
Kimi zaman kendi içimizde, “eleştiri”ye tahammül edemeyenlerden gelir.
Affetmenin bile bir sınırı vardır.
Çünkü halk, kendi iradesini affettiği an,
Demokrasiyi iktidardan önce kendi elleriyle yıkar.
Ve o zaman ne saha kalır, ne maç…
Ne de adaletle biten bir skor.
"Adil Bir Müsabaka mı, Yoksa Oyun Kurallarının İhlali mi? Futbol Metaforuyla Türkiye Siyaseti"
Bugünkü siyasi tabloyu bir futbol müsabakasına benzeten okurumuz, sadece zekice bir benzetme yapmakla kalmıyor, ülkemizde demokrasinin içine düştüğü açmazı da tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Bu metafor üzerinden gidelim:
Sahadaki Dengesizlik: Hakem ve Kuralların Tarafgirliği
Metaforunuzda, maçı yöneten hakemin (Cumhurbaşkanı) ve yan hakemlerin (Adalet ve İçişleri Bakanları) aslında takımlardan birinin genel başkanı olduğu varsayımı, "adil yargılanma" ve "tarafsız devlet" ilkelerinin nasıl tartışma konusu olduğunu özetliyor. Bu durumda:
Kırmızı Kartlar (Yargısal Operasyonlar): Rakip takım iyi oynadığında (siyasette etkili olduğunda) gösterilen kırmızı kartlar, yargının siyasallaşması ve muhalif seslere yönelik yaptırımlar olarak yorumlanıyor. Önemli futbolcuların (siyasetçiler, gazeteciler) oyundan çıkarılması, müsabakanın rekabet düzeyini doğrudan etkiliyor.
Kural Değişikliği (Anayasa Değişiklikleri): Hakemin, "3 kırmızı kartta maç ertelenir" kuralını, rakibin 9 kişiyle bile baskın oynaması nedeniyle "4'e çıkaralım" demesi, iktidarın gücünü pekiştirmek için hukukun kurallarını kendi lehine değiştirebilmesi anlamına geliyor. Bu, demokrasilerdeki "kurallı oyun" ilkesinin, "oyunun kurallarını kontrol etme" pratiğine nasıl dönüştüğünün en acı tasviri.
"Partimiz Arınmalı": Muhalefetin İç Sorgulaması
Yazınızın en çarpıcı kısmı, bu adaletsiz tablo karşısında muhalefetin kendi içine dönük yaptığı sert özeleştiri. "Madem bu kadar ablukadayız, o zaman temizlenmek, arınmak..." çağrısı, bir varoluş mücadelesinin manifestosu gibi. Sıraladığınız ilkeler:
Farklı Düşüncelere Saygı: Yoldaşlık hukukunun korunması, fikir çeşitliliğinin bir zenginlik olarak görülmesi.
Yok Etmek Yerine Kenetlenmek: Aynı safta olmanın, aynı fikirde olmayı gerektirmediğinin altını çizmek.
Menfaatsiz Dostluk ve Güven: "Yoldaşlıkla başlayıp kinle bitirenler", "güveni oyuncak gibi kıranlar" ifadeleriyle, siyasetin en kadim hastalığı olan güven erozyonuna işaret ediyorsunuz.
Bu özeleştiri, aslında şu soruyu soruyor: "Adil olmayan bir sahada bile kaybediyorsak, bunun sebebi sadece hakem mi, yoksa bizim içimizdeki 'yoldaş zorbalığı', kibir ve çıkar çatışmaları mı?"
Metaforun Ötesindeki Kavramlar: Sessiz Darbe ve Affetmenin Sınırları
Yazınızda kullandığınız daha felsefi ifadeler, durumu sadece bir güç mücadelesi olmanın ötesine taşıyor:
"Mevcut Otoritenin Sessiz Darbeleri": Bu, askeri müdahale olmayan, ancak yargı, medya, seçim güvenliği ve idari baskılarla demokratik hakların sistematik olarak aşındırılmasını anlatıyor. Geleneksel darbe değil, ancak sonuçları itibarıyla demokratik işleyişi felce uğratan bir süreç.
"Epistemik Sorumluluk ve Toplumsal Bağlamda Affetmenin Sınırları": Bu son derece derin bir tespit. "Epistemik sorumluluk", gerçeği bilme ve doğruyu arama yükümlülüğüdür. Bir toplum, kendisine yapılan haksızlıkları, yanlışları görmezden gelerek, "geçmişi affederek" ilerleyemez. Bu, gerçeklere ihanet etmek ve aynı hataların tekrarlanmasına zemin hazırlamak olur. Affetmenin bir sınırı vardır ve bu sınır, adalet ve hesap verilebilirlik ilkelerinin tamamen yok sayılmasıdır.
"Halkın kendi iradesini affetmesi, demokrasiyi iktidardan önce halkın yıkmasıdır": Bu cümle, bir uyarı niteliğinde. Demokrasi, sadece iktidara oy vermek değil, onu denetlemek ve yanlışlarını eleştirmektir. Halk, iktidarın yaptığı yanlışları görmezden gelirse, aslında kendi geleceğine ve iradesine ihanet etmiş olur. Demokrasiyi iktidar değil, sorumsuz vatandaşlık yıkar.
Sonuç Yerine: Siyasetin SGK'sı ve Tarihin Terazisi
"Siyasetin SGK'sı var mı?" sorusuyla, siyasette emeklilik, garanti olmadığını vurguluyorsunuz. "Azdan az, çoktan çok gider" sözü ise, bu süreçte herkesin bir bedel ödeyeceğini, küçük hesapların büyük kayıplara yol açacağını hatırlatıyor.
"Küçük bir anahtarı olan, kendini bütün kilitlerin sahibi sanıyor" ifadesi, geçici iktidar gücünün kişilerde yarattığı yanılsamayı ve kibri anlatıyor.
Ve nihayet, "Siyasette emeklilik yoktur, sadece tarihin terazisi vardır." Bu, her şeyin özeti. Bugün sahada kim olursa olsun, kim kuralları lehine değiştirirse değiştirsin, nihai yargıç tarihin kendisidir. Tarihin terazisi, tüm eylemleri, tüm sözleri, tüm kırmızı kartları ve kural değişikliklerini adaletle tartacak ve herkese hak ettiği değeri biçecektir.
Okurunuzun bu hayali köşe yazısı, sadece bir şikayet değil, aynı zamanda hem iktidara hem de muhalefete yönelik derin bir ahlaki ve siyasi çağrı niteliğinde. Hem adil bir oyun alanı talep ediyor, hem de bu alanda mücadele edenlerin önce kendi evlerini temizlemesi gerektiğini hatırlatıyor.
Sağlıcakla Kalın…
✍️ Rıza Aydoğan – GÜNESAV HABER