

Stratejik Hatalar, Emeklilik Gerçeği ve Demokrasi Mücadelesi
Strateji ve Taktik Arasında Sıkışan Muhalefet
Türkiye siyasetinin karmaşık labirentlerinde gezinirken, Shakespeare'in o meşhur sözü zihnimde yankılanıyor: "Artık iyi olanların değil, iyi oynayanların dünyası burası..." Bu söz, günümüz siyaset sahnesini öyle güzel özetliyor ki.
Muhalefetin son dönemdeki performansı, stratejik vizyondan yoksun taktiksel hamlelerin nasıl sonuçsuz kaldığını gözler önüne seriyor. Bir yıl önce Meclis açılışında coşkuyla karşılanan lider, bugün aynı salonda yok. Bu tutarsızlık, siyasette taktiksel hataların telafi edilebileceği ancak stratejik hataların bedelinin ağır olduğu gerçeğini hatırlatıyor. İYİ Parti'nin eleştirileri de muhalefetin içine düştüğü bu açmazın bir göstergesi.
Shakespeare, bugünün siyasetini yüzyıllar öncesinden tarif etmişti:
"Artık iyi olanların değil, iyi oynayanların dünyası burası…"
Siyasette taktiksel hatalar telafi edilebilir ama stratejik hataların geri dönüşü yoktur. Bir yıl önce Meclis açılışında partili Cumhurbaşkanı’nı “yumuşama” adına ayakta karşılayıp alkışlayanlar, bir yıl sonra aynı açılışa katılmayarak tepki koyuyorsa burada tutarsızlık vardır. Dün, CHP’nin desteğiyle grup kuran İYİ Parti bile bugün eleştirisini sakınmıyorsa, bunun nedeni stratejik güven kaybıdır. TBMM’nin dünkü resmi fotoğrafı akla atasözünü getirdi:
"Katranı kaynatsan olur mu şeker, cinsine yandığım cinsine çeker."
Kılıçdaroğlu Dönemi: Başarı mı, Başarısızlık mı?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde CHP, yerelde büyük başarılar yakaladı. 2019 seçimlerinde İstanbul, Ankara, Adana, Antalya gibi büyükşehirlerin kazanılması, ittifak siyasetinin en somut zaferiydi. Ancak aynı dönemde Cumhurbaşkanlığı seçiminde alınan yenilgi, stratejik bir başarısızlık olarak tarihe geçti.
Parti oy oranları dönemsel iniş çıkışlar gösterse de, Kılıçdaroğlu sonrası dönemde CHP’nin elindeki yönetim gücü ve ittifak kurma kapasitesi küçümsenemez. Buna rağmen linç kampanyaları ve abartılı eleştiriler, siyasette vefasızlığın en çarpıcı örneklerinden biri oldu. Böyle insanlar kolay yetişmiyor; değerini bilmemek, sadece kişiye değil partiye de zarar verir.
Kılıçdaroğlu Dönemi: Başarı ve Hayal Kırıklığı Arasında
CHP'nin son 13 yılı, çelişkilerle dolu bir tablo sunuyor. 2019 yerel seçim zaferleri, partinin yeniden diriliş umudu oldu. Ancak 2023'teki cumhurbaşkanlığı kaybı, bu umutları yerle bir etti. İlginç olan, genel seçimlerde oy oranı artsa da iktidar olamamanın yarattığı hayal kırıklığı. Bu durum, siyasette sadece taktiksel başarının yetmediğini, nihai hedefe odaklanmanın şart olduğunu gösteriyor.
Emeklilik: Hak mı, Lütuf mu?
Bugün emeklilerin yaşadığı yoksulluk, kader değil tercihlerimizin sonucu. Emeklilik, ödenen primlerin karşılığıdır; bir hak, bir lütuf değil. Fakat AKP iktidarı bunu bir “iyilik”, bir “yardım” gibi sunarak algı siyaseti üretmektedir. Gerçekte emekli maaşlarını AKP değil, Türkiye Cumhuriyeti ödemektedir.
Emekliler: Unutulan Çoğunluğun Sessiz Çığlığı
Siyasetin bu karmaşası içinde, 17 milyon emekli derin bir yoksulluğa itilmiş durumda. Emeklilik, ödenen primler karşılığında kazanılan bir hakken, bugün sadaka kültürüne dönüştürülmeye çalışılıyor. Oysa emekliler, bu ülkenin hafızası ve alın teriyle ülkeyi inşa edenleri.
Örgütlü Mücadele: Tek Kurtuluş Yolu
Emeklilerin çözümü örgütlenmekten geçiyor. 30 milyona yakın seçmen kitlesiyle emekliler, siyasetteki en güçlü aktör olma potansiyeline sahip. Ancak sağcısından solcusuna tüm emekliler, örgütlenmekten imtina ediyor. Birleşik Emekliler Sendikası'nın zorluklarla verdiği mücadele, bu alandaki umut ışığı.
17 milyon emeklinin, eşleriyle birlikte 30 milyona yakın bir kitle oluşturduğu unutulmamalı. Bu gücü örgütlü hale getirmediğimiz sürece, hiçbir iktidar emeklinin hakkını teslim etmeyecektir. Birleşik Emekliler Sendikası bu noktada bir çıkış arayışıdır. Ancak pankartı taşıyacak kişi bulamayan sendikalarla bu mücadele başarıya ulaşamaz. Ya örgütleneceğiz ya da sadaka kültürünün altında ezilmeye devam edeceğiz.
Demokrasi Mücadelesi ve DEM Parti Gerçeği
Meclis’in yeni dönem açılışında çekilen fotoğraflar, aslında bir “barış” tablosundan çok “teslimiyet” fotoğrafını andırıyordu. Demokrasi mücadelesi, halkların onur mücadelesi, kameralar karşısında verilen pozlarla değil, gerçek direnişle ölçülür.
DEM Parti’ye yönelik kayyumlar, vekil tutuklamaları ve yok saymalar karşısında sessizlik sergileyenlerin, bugün demokratik değerlerden bahsetmesi inandırıcı değildir. Yüzyıldır yok hükmünde sayılan bir halkın mücadelesine kulak tıkamak, toplumsal barışı daha da öteler.
Ahmet Telli’nin dizeleri kulaklarımızda çınlıyor:
"Sen sus artık, bize bundan sonrasını dövüşen anlatsın."
DEM Parti Gerçeği: Çifte Standardın Anatomisi
Muhalefetin DEM Parti'ye yönelik tutumu, siyasetteki çifte standardı gözler önüne seriyor. Yüz yıllardır ezilen bir halkın temsilcisine reva görülen muamele, demokrasi iddialarıyla bağdaşmıyor. Nasıralı'nın "İlk taşı en günahsız olanız atsın" sözü, bu konuda hepimize düşündürücü bir uyarı.
Son Söz: Dövüşen Anlatsın
Ahmet Telli'nin dediği gibi, artık sözü dövüşenlere bırakma zamanı. Bu ülkede emeğiyle, alın teriyle var olmaya çalışan herkes için kurtuluş, ancak örgütlü mücadeleden geçiyor. Ya hep beraber, ya hiç birimiz...
Unutmayalım: Sabır emekli oldu, artık haklarımız için birlikte mücadele etme zamanı.
Sonuç
Siyaset, emeklilik ve demokrasi mücadelesi… Üç farklı başlık ama tek bir ortak payda var: Hak mücadelesi.
Stratejik hataları affetmez siyaset; örgütsüzlük affetmez emeklileri; teslimiyet affetmez tarihi.
Bugün siyasetçiler de, emekliler de, demokrasi talep eden halklar da aynı gerçeği kavramak zorunda:
Ya hep beraber, ya hiçbirimiz.
Sağlıcakla Kalın…