CHP'nin İç Sınavı: Demokrasi mi, Dikta mi?
yazar
Gazeteci Rıza Başkan
Tüm Yazıları

CHP'nin İç Sınavı: Demokrasi mi, Dikta mi?

YAYINLAMA:

🖋️ GÜNESAV KÖŞE – Rıza Aydoğan

Cumhuriyet Halk Partisi, kuruluşundan bu yana "halkın partisi" kimliğiyle Türkiye siyasetinde özgün bir yer edindi. Ancak bugün, "tek aday" dayatmaları ve merkez-yönetim kriziyle sarsılıyor. Bu tartışma, sadece bir liderlik mücadelesi değil; partinin ruhunu ve geleceğini belirleyecek bir varoluş sınavı.

Tarihin İzinde, Bugünün Kördüğümünde

CHP'nin 1923'ten beri taşıdığı "aydınlanma" mirası, örgütlü taban ve fikir özgürlüğü üzerine kuruluydu. İnönü döneminde bile muhalif seslerin kongrelerde söz hakkı vardı. Oysa 2025'te, il kongrelerinde "tek liste" dayatmaları, bu geleneği ters yüz ediyor. Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu'nun stratejisi, parti içi demokrasiyi delege mühendisliğine indirgiyor. Tabanın sesi, genel merkezin koridorlarında kayboluyor.

Sloganların Gölgesinde Kaybolan Değerler

"Mustafa Kemal'in askeriyiz" söylemi, CHP'nin DNA'sında var. Ancak bugün bu söz, bir ritüele dönüştü. Atatürk'ün "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" ilkesi, kongrelerdeki tek aday uygulamalarıyla çelişiyor. Tıpkı 1970'lerde Deniz Gezmiş'in "Bağımsız Türkiye" idealinin, bugünkü küreselci politikalar karşısında silikleşmesi gibi... Parti, tarihsel kökleriyle bugünkü pratikleri arasında derin bir uçurum yaşıyor.

Mazlumdan Yana Olmak: Retorik mi, Realite mi?

Yazarın vurguladığı "mazlumdan yana saf tutma" ilkesi, CHP için kritik. Ancak pratikte bu duruş, seçim stratejileriyle sınırlı kalıyor. Örneğin:

  • 2024 yerel seçimlerinde mülteci karşıtı söylemlerle "popülizm" tuzağına düşülmesi,
  • İşçi grevlerinde sendikaların yanında somut adımlar atılmaması,
  • Kadın kotası tartışmalarında "eşitlik" söyleminin içinin boşaltılması...

Bu örnekler, partinin "değerler siyaseti" iddiasını zedeliyor.

Çözüm: Tabanın Ruhunu Geri Kazanmak

CHP'nin krizi aşması için:

  1. Şeffaf Seçim: İl başkanlığı adaylarının tabanın önerisiyle belirlenmesi,
  2. Fikir Platformları: Gençlik kolları ve kadın kollarının karar mekanizmalarına entegrasyonu,
  3. İdeolojik Yenilenme: Sol değerlerin güncel sorunlarla (iklim krizi, dijital eşitsizlik) harmanlanması,
  4. Sorumlu Muhalefet: İktidarın hatalarını eleştirirken alternatif politikalar üretmek.

Tarih, İktidar Değil İlke Yazacak

CHP, 100. yılına yaklaşırken bir yol ayrımında: Merkeziyetçi yönetimle kısa vadeli kazanç mı, tabanın inisiyatifiyle uzun soluklu bir mücadele mi? Tarih, İsmet İnönü'nün 1972'deki "12 Mart muhtırasına" direnişini yazdığı gibi, bugünkü tercihleri de yargılayacak. Unutulmamalı: Siyaset, iktidar koltuğuna oturmak için değil; o koltuğu halkla paylaşmak için yapılır.

Cumhuriyet Halk Partisi’ni bugünlerde “tek aday” tartışmaları sarıyor. İl kongrelerinde eş genel başkanlar Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun kendi ekibine yakın isimleri tek aday olarak dayatması, parti tabanında ciddi tepkilere yol açtı.

CHP’de “Tek Aday” Krizi ve Değerler Tartışması

İddialara göre, tabandan gelen uyarılara rağmen il başkanlıklarına genel merkeze yakın isimler getirilecek ve bu isimler de büyük kurultay delegelerini belirleyecek. Parti içinde derin bir kırılma yaşanıyor.

Bu durum sadece bir siyaset manevrasından ibaret değil. Biz, siyaseti ideoloji ve değerler üzerinden, insan hakları ve evrensel adalet anlayışıyla yapmak zorundayız. Son yıllarda ise ne yazık ki sloganlar ve boş sözler, mücadelenin yerini aldı.

Atatürk’ten söz ediyoruz, “Mustafa Kemal’in askeriyiz” diye bağırıyoruz. Peki ya Mahirler, Denizler, İbolar? Onlar idealleri ve inandıkları değerler için canlarını verdiler. Bizim onların yoldaşı olmamız ise makam, mevki veya çıkar için değil; değerler uğruna olmalıydı.

Ne yazık ki günümüzde bazıları çıkar ilişkilerini, gücün peşinden koşmayı tercih ediyor. Tarih, güçlüden yana değil haklıdan yana olanları yazar. İster siyasette, ister inanç alanında olsun, adalet ve doğruluk hep yol gösterici olmalı.

CHP içinde yaşanan “tek aday” krizinde de asıl mesele bu: Haklı olanı değil, güçlü olanı destekleme eğilimi. Bizim safımız her zaman mazlumdan yana olmalıdır. Çünkü öğretimiz ve inancımız bunu öngörür; adaletin, vicdanın ve haklının yanında durmak, siyasetin ve hayatın değişmez kuralıdır.

Partiyi, değerlerimizi ve inançlarımızı bir adım ileri taşımanın yolu; çıkara değil, haklıya hizmet eden bir siyaset anlayışıdır. Bu bilinçle hareket etmediğimiz sürece tarih, bugün yaşananları da eleştirecektir.

💬 Güçlüden yana değil, haklıdan yana olalım. Mazlumun yanında olalım.

Cumhuriyet Halk Partisi'nde (CHP) yaşanan son "tek aday" krizi ve il kongrelerindeki tartışmalar, siyasetin giderek rayından çıktığına, ilkeler ve kişisel çıkarlar arasında derin bir uçurum oluştuğuna işaret ediyor. Parti tabanından yükselen büyük tepkiye rağmen, eş genel başkanların kendi ekiplerine yakın isimleri "tek aday" olarak dayatması iddiası, parti içi demokrasinin ve tabanın sesinin ne kadar önemsizleştirildiğini gösteriyor. İl başkanlıklarına getirilecek bu isimlerin kurultay delegelerini belirleyecek olması ise, parti içindeki kırılmanın derinleşeceğini ve siyasetin tamamen merkezdeki güç mücadelesine indirgeneceğini düşündürüyor.

Siyaset, özünde ideoloji, emek-sermaye çelişkisi, insan hakları ve evrensel değerler üzerinden yapılmalıdır. Oysa son yıllarda siyaset, "tribüne oynama," "slogan atma" ve "içi boş sözlerle" yapılır hale geldi. Derinliği ve sol değer bilgisi olmayanların kürsülerde sıkça Atatürk’ten bahsetmeleri, "Mustafa Kemal’in askeriyiz" diye bağırmaları, hatta hızını alamayıp Mahir, Deniz ve İbrahim Kaypakkaya’nın yoldaşı olduklarını iddia etmeleri, ne yazık ki bu değerlerin içinin boşaltıldığını gösteriyor.

Mahirler, Denizler, İbolar inandıkları değerler için canlarını feda ettiler. Onların mücadelesi makam, mevki ve çıkar için değildi. Oysa bugün, parti içi mücadelede en yakınındaki "yoldaşını" bile delege listesinden veya yönetimden silenlerin, onların yoldaşı olması ne kadar inandırıcı? Onların ideali nerede kaldı? Mahirler, Denizler, İbolar değerleri için ölürken, siyasi çıkar için kolaylıkla adam satabilenlerin vicdanları nerede?

Öte yandan, siyasete inancı karıştıranlar, kürsülerde "Biz korkuyu Kerbela’da bıraktık," diyerek İmam Hüseyin duruşundan bahsediyorlar. Ancak İmam Hüseyin Kerbela’da söz veren Küfeliler tarafından yalnız bırakılmıştı. 72 aile ferdiyle zalime karşı direndi ve şehit oldu. Onlar, mazlumun safındaydılar. Aynı şekilde "Bizler Pir Sultanlarız" diye övünenler, Pir Sultan'ın idama giderken bile yalnız olduğunu unutuyorlar. Pir Sultan, "Ellerin attığı taşlar değil, Dostun attığı gül yaralar beni," derken, dost bildiğinin korkudan gül atmasını, yani güçlüden yana tavır almasını ne de güzel anlatmıştır.

Tarih, bu olayları tek tek yazacaktır. Bugün de aynı durumu yaşıyoruz. İster siyasi, ister inançsal düşünelim; haklıyı haksızı vicdanımızla ayırt etmeliyiz. Makamın, çıkarın ve gücün cazibesine kapılarak değil, ilkeli bir duruş sergileyerek hareket etmeliyiz. Güçlüden yana değil, Haklıdan yana olmak, siyasetin ve inancın temelinde yatan en önemli değerdir.

Unutmayalım ki, bizim safımız her zaman mazlumdan yana olmalıdır. Öğretimiz ve inancımız bize bunu emrediyor. Siyasi makamlar gelip geçicidir, ancak ilke ve vicdanla yapılan mücadele, tarihte kalıcı bir iz bırakır. CHP'nin ve genel olarak Türk siyasetinin ihtiyacı olan; Onur'un, İffet'in, Şeref'in, Erdem'in ve Sadık'ın tekrar hattının açılmasıdır. Aksi takdirde, sloganlar ve içi boş sözler, ne Kerbela'yı ne de Pir Sultan'ı bugüne taşıyabilir.

Sağlıcakla Kalın.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *